Her geçen gün gelişen uzay teknolojisi ile gözümüz daha ileriye, evrenin derinliklerine bakmaya başladı. Uzay yolculuğu ve gezegenler arası yolculukta ilk adım olarak kabul edilen Ay’a yönelik çalışmalar, 1969’daki ilk NASA misyonundan bugüne önemini korumayı başarmıştır. Ülkeler ve şirketler hala Ay misyonunu mevcut uzay planlarının ilk etabına koyuyor. Günümüzde ve yakın zamanda uzay turizmi sektörünün oluşturulması veya aya turistik geziler yapılması gibi heyecan verici faaliyetler hedefleniyor. Bu yönüyle de bakıldığında, uzayın artık özel şirketlerin ilgi alanına girdiğinden bahsedebiliriz. Aynı zamanda uzay turizminin de bir pazar olmasının önünün açıldığını unutmamak lazım.
Şirketlerin yakın dönem planları neler?
İçinde bulunduğumuz dönemi ele aldığımızda birçok firma doğrultusunu gökyüzüne çevirmiş durumda. Bir yandan yeni yıldızlar buluyor, yeni gezegenler keşfediyor, onlarda yaşam arıyor. Diğer yandan ise bu alanı turizm sektörü haline getirmek için çalışmalara devam ediyorlar. Bu firmalardan Space X ve Blue Origin sıkı bir rekabet havasına girdiler bile! Özellikle son iki yıldır konuşulan konulardan biri ise ‘’Uzay otelleri’’. Evet evet yanlış duymadınız uzay otelleri.
Amerika Birleşik Devletleri’nde faaliyet gösteren The Gateway Vakfı’na bağlı Orbital Assembly Corporation tarafından geliştirilen otel Voyager İstasyonu’na inşa edilecek. İlk müşterilerini 2027 yılında ağırlayacak. 400 kişi kapasiteli otelin içerisinde birden fazla restoran, sinema, spor salonu, bar ve spa da yer alacak. 2027’de açılacak olan projenin inşasına 2025 yılında başlanacak. Bununla birlikte ABD’li uzay mekiği ve roket üreticisi SpaceX ise çoktan harekete geçerek tarihte bir ilke imza attı. Her biri 55 milyon dolar ödeyen 3 ziyaretçiyi üç gün süren bir turla, Uluslararası Uzay İstasyonu’na (UUİ) gönderdi. Dünyadaki gelişmelere dair az çok fikir sahibi olduk. Birlikte rotayı biraz daha küçültelim ve Türkiye’ye yönelelim isterseniz.

Ülkemizin uzayla ilgili yolculuğu nasıl başladı?
Türkiye ilk uzay faaliyetlerine 1994 yılında yolladığı TÜRKSAT 1B uydusuyla başlamış oldu ve bu zamandan 2012’ye kadar yollanan uyduların hepsi de haberleşme amacıyla fırlatıldı. Blk olarak 2012 yılında Göktürk-2 uydusunu fırlattık. Başlarda gönderim amacımız uzay ve uydu sistemlerine yönelik teknolojik gözlem yapmaktı. Daha sonra ise Göktürk-1 keşif uydularını yörüngemize yerleştirdik. Uzay çağındaki çalışmalarımız durmuyor ve yeni projeler gün yüzüne çıkmaya başlıyor. 2025 yılında yörüngeye fırlatmayı planladığımız, ultra yüksek çözünürlüklü Göktürk-3 projesinin çalışmaları sürüyor.
Ayrıca bunların dışında, keşif uydularının yanı sıra yer gözlem uydularıyla da Dünya yörüngesinden gözlem yapmak için kullanılan; çevresel izleme, meteoroloji, harita hazırlama gibi askeri olmayan kullanımlar için de tasarladığımız ve gönderdiğimiz uydular var. Örnek vermek gerekirse 2003 yılında kullanımına başlanan ilk yer gözlem ve uzaktan algılama uydumuz BİLSAT. Uydumuz haritacılık, afet izleme, çevre izleme ve şehircilik planlaması amaçlarıyla görev yapıyor. Atılan her adımla birlikte toplumumuzdaki geç kalmış uzay merakı da katlanarak artıyor. Bir bakmışız uzay yarışına Türkiye’de dahil olmuş.
Biz Bu Yarışta Ne Zaman Yerimizi Alacağız?
Belki de en çok merak edilen ve üzerine düşülmesi gereken konulardan biri bu. Biz bu yarışta ne zaman yerimizi alacağız? Ülkemiz, yıllardır devam eden bu gelişmelere hiçbir zaman uzak kalmamış hep yakından takip etmiştir. Bildiğiniz üzere, 2018 yılında Türkiye Uzay Ajansı’nın (TUA) kurulduğu açıklanmıştı, başlarda çalışmalar kamuoyuna açık yürütülmediği için çoğumuz neler hedeflendiğini anlayamamıştık. Fakat geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen lansman sayesinde, ülkemizin TUA öncülüğünde yürütülecek olan 10 yıllık 10 uzay hedefini öğrenmiş olduk. Eminim lansmanı izleme şansı yakalayan herkesin tüyleri diken diken olmuştur. Çok büyük bir gurur kaynağı ve unutulamayacak bir deneyimdi.

Mars’a Yolculuk ve Kolonileşme Planları Neler?
Tüm bu teknolojik gelişmeler ve birikim, uzayda koloni kurma hayalinin de öncüsü oldu. Uzay ve kolonileşme denince aklımıza her ne kadar bilim kurgu filmleri gelse de yakın gelecekte farklı gezegenlere göç etme, uzay’da yaşam, yıldızlararası seyahat ve asteroid madenciliği gibi pek çok konunun gündeme geleceğini biliyoruz. Hatta şimdiden bu konular dahilinde teknoloji üretmeye başladık. Başarılı ve olumlu sonuçlar alınan birçok çalışma da halihazırda mevcut. Bu alana yapılan yatırımların büyüklüğü açısından ekonomik ve sosyal sebeplerin ötesinde bir durum var. Bu noktada çok daha temel bir sebep olarak insanın hayatta kalma güdüsünden bahsedebiliriz. Bilim adamları ve ekonomistler bir süredir toplumların, hayat tarzlarımızın Dünya’nın sonunu getirebilecek felaketlere yol açacaklarından bahsediyorlar. Küresel ısınma, muhtemel politik facialardan doğabilecek nükleer savaşlar da örnek olarak verilebilir. Nüfus artışı be bulaşıcı hastalıklar da bu felaketlerden sadece bazıları. Bu koşullar dikkaate alındığında insanın farklı bir habitat arıyor olması da Uzay araştırmaları için iyi bir motivasyon sağlıyor aslında.

İnsanlar hayatta kalma içgüdüleri olan biyolojik varlıklar. İşin özünde de beslenme barınma ve giyinme şeklinde 3 temel ihtiyacımız var. Dünya şu zamana kadar bu ihtiyaçlarını giderdiği yerdi ancak bundan sonrasında işin seyri değişebilir gibi duruyor. Bildiğiniz gibi insanoğlunun ihtiyaçları yer ve zaman fark etmiyor. Uzayda da bu saydığımız ihtiyaçlar olacaktır. Uzaya çıkıldığında ihtiyaçlar Dünyadakilerle de sınırlı kalmıyor. Uzay tehlikeli, kanser riskini ciddi miktarda artıracak derecede radyasyona sahip. Ek olarak maruz kalınan, bolca dondurulmuş gıdalı diyetler içeren koşulları da ayrı bir problem. Ayrıca kasları ve kemikleri zayıflatması ve yüksek çalışma temposu gerektirmesi de bu zor koşullardan bazıları.

Peki bu zorlu koşullara insan ne kadar dayanabilir, bir adaptasyon süreci olabilir mi? Adaptasyonunun üst sınırı nedir?
Bu soruların cevapları henüz bilinmiyor. Bu durumu öngören çalışmalar mevcut olsa da insanoğlu farklı bir gezegende ya da bir üstte hayatta kalmayı denemedikçe de bir gözlem yapma şansımız yok gibi maalesef.

Binlerce hatta belki yüz binlerce yıldır yaşadığımız evimizi, dünyamızı terk etmenin zamanı sizce de yaklaşıyor mu? Günlük ihtiyaçlarımızı karşıladığımız kaynaklarımız: suyumuz, yakıtımız artık tükeniyor mu dersiniz? Düzenini değiştirdiğimiz, iklimini bozduğumuz dünyayı arkamızda mı bırakacağız? Bu soruların cevabını çok uzun yıllar sonra değil, önümüzdeki yıllarda göreceğiz gibi geliyor. Göğü izlemeye devam edelim bakalım…
Yazar: Berivan ŞEVİK
Daha fazla içeriğe ulaşmak için buraya tıklayınız.