ROMANYA ERASMUS+ PROJESİ
1-9 şubat tarihleri arasında Romanya’nın bir komün şehri olan Brebu’da gerçekleşen Erasmus+ projesine, Türkiye’yi temsilen 8 Türk katılım gösterdik. 7 ülkeden 56 gencin katıldığı bu gençlik değişiminde, son zamanlarda AB’nin ve üye ülkelerinin yanı sıra tüm dünya devletlerinin de en büyük gündemi olan iklim değişikliğine çözümler aradık.
Proje sürecimiz öncelikle Sırbistan’ın başkenti ve en büyük şehri olan Belgrad’a uçmamız ile başladı. Türk ekibi ile kaynaşmamız en önce bu Belgrad gezisi ile oldu. Güzel bir KaleMegdan, Aziz Sava Katedrali, Cumhuriyet Meydanı, Nikola Tesla Müzesi turunun ardından Balkan mutfağına özel Cevapi köftesi yiyip Belgrad sokaklarında gezerek akşamı ettik. Akşam çok heyecanlı olacaktı çünkü projenin gönderici kurumu tarafından tahsis edilen ‘kırmızı Mercedes’ bizi almaya gelecekti. Evet bu detay önemli 🙂 Akşam oldu, araç bizi aldı ve işin en heyecanlı tarafı olan Romanya’ya gidişimiz kesin olarak başlamıştı. Araca bizden önce Sırp ekip arkadaşlarımız alınmıştı. Ufak bir tanışmanın ardından yola koyulduk. Yolun ne kadar sürdüğü ben dahil hiçbir ekip arkadaşımız tarafından hatırlanmıyor çünkü uyuyup uyanıyorduk ve hala yoldaydık. Ardından hepimiz birden uyandık. Pasaport kontrolüne gelmiştik. Tüm prosedürler uygulandı ve yola devam ettik. Son kez uyandığımda haftalardır beklediğim o gün gelmişti. Otele varmıştık. İnternette gördüğüm görsellerden çok daha güzeldi. Tüm gün Belgrad’ı gezip saatlerce de araba yolculuğu yapan Türk takımı olarak yorgunluktan ölüyorduk. Hemen oda numaralarımızı öğrenip odalara dağıldık.
Ertesi sabah ‘Çağıl uyaann’ sesleri ile gözümü açtım. Başımda 2 Türk ekip arkadaşım (bknz.Derya ve Ceren) beni uyandırmak için odama gelmişti. Çok tatlı bir andı ve tam o andan itibaren hep ‘iyi ki bu projeye gelmişim’ dedim. Yeni tanıştığım bu insanlara inanılmaz bir aidiyet hissediyordum. Sanki yıllardır tanışıyor gibiydik. Ben odamda hazırlanırken Türk ekibi kahvaltıyı kaçırmam korkusuyla bana elleriyle kahvaltı tabağı hazırlamıştı. O an tekrar ‘iyi ki’ dedim!
Her günümüz önce kahvaltı sonra energizerlar ile başlıyor, eğitmenimiz Alex her gün bizi çok güzel ayıltmayı başarıyordu. Bazı günler bizden energizer bulmamızı istiyor, beyin fırtınası yapıyorduk. Kimi gün kendimize has bir sembol bulup onu sergiledik kimi sabahlar tüm milletlerden arkadaşlarla karışık olarak eşleşip dans ediyor, oyunlar oynuyorduk.
Birinci oturum sonrası kahve molamız oluyordu. Bir espresso bağımlısı olarak espresso kahve makinesinin varlığı beni çok tatmin etmişti. Bitkisel, laktozsuz, inek sütü gibi her kesime uygun süt çeşitlerinin bulunması da çok ince bir detaydı. Kahve molasında birbirimizle tanışıyor, sohbet edip gülüyorduk. Herkes birbirine çok yabancıydı bir o kadar da tanıdık. Yeni kültürlerle tanışmanın keyfi ise paha biçilemezdi.
Yarım saatlik kahve molamız sonrası saat 12.00’yi gösterdiğinde ikinci oturum başlıyordu. İlk güne özel bu partlarda tanışma, eşleştiğimiz arkadaşımızla birlikte Facebook profili oluşturma ve ‘secret friend’imizin bizim adımıza özel mesajlar bırakabilmesi için mektupları duvara yapıştırma ile geçiyordu. Tüm duvarları güzelce süsledik. Adeta canlılık gelmişti.
13.00-14.00 saatleri arasında öğle yemeğimiz oluyordu. Her yemekte Türk katılımcıların ‘domuz’ hassasiyetine çok dikkat edilmesi bizler için çok kıymetliydi. Yemeği aldığınız yere ‘TURKIISSSHHH’ diye bağırmanız yeterliydi. Romen yemekhane görevlisi de bize ‘TURKEEEYYY’ diye karşılık veriyordu. Şirin anlardan bir tanesi de buydu. Erkek takım arkadaşlarımız büyük mideleri sebebiyle doyamama problemi yaşadığında hemen yemeklerimizi onlarla paylaşıyorduk. Tanışalı bir-iki gün olmasına rağmen aile gibiydik.
Saatlerimiz 15.00’i gösterdiğinde 3. oturum başlıyor ardından yine kahve + atıştırmalık molamız geliyordu. 17.00’da dördüncü ve son oturuma geçiyorduk. 18.00’de günün tüm aktiviteleri bitmiş oluyordu. Her günün saatli planlaması bu şekildeydi sadece aktivitelerin içeriği, partnerleri, mekanlarımız değişiyordu. 18.00’den sonra Alex ile 20 dakikalık bir gün değerlendirmesi yaptıktan sonra sıra her milletin kendi ekip lideri ile birlikte yarım saatlik görüşmesine geliyordu. Tüm gün sosyalleştikten ve tamamıyla İngilizce konuştuktan sonra kendi milletinle kalmak ve ‘sadece Türkçe’ konuşmak adeta terapi gibiydi. Günün en sevdiğim anı burada başlıyordu. Türk ekiple frekansımız çok uyduğu için sohbet etmekten inanılmaz zevk alıyorduk.
Gün boyu alışkanlıktan bazen kendi aramızda bile fark etmeden İngilizce konuştuğumuz oluyordu. Hepimiz tam da o anlarda bu uluslararası projenin dilimizi ne kadar geliştirdiğini ve bize ne kadar özgüven kattığını fark ediyorduk. Artık direkt İngilizce düşünüyor ve konuşmadan önce kafamızda bir hazırlık yapmamıza gerek kalmıyordu. Direkt ağzımızdan dökülüyordu İngilizce kelimeler.
19.00-20.00 saatleri arasında akşam yemeğimiz oluyordu. Oldukça kalabalık ve uluslararası bir masada buluşuyor, sohbet eşliğinde yemeğimizi yiyorduk. 21.00’de ise “intercultural night”larımız başlıyordu. Her gün sırasıyla bir millet kendi kültürünü, geleneksel lezzetlerini, milli değerlerini, folklorunu bize öğretiyordu. İntercultural nightlar önce mini bir sunum ile başlıyor ardından milli marş dinletisi ve sonra da yeme- içme tadımı ile devam ediyordu. En sonda da geleneksel danslar oluyordu.
Laf aramızda en güzel gece bizim Türk Gecemiz oldu 🙂 Bunu sadece biz değil tüm milletlerden arkadaşlarımız söylüyordu. Çiğköfte, Safranbolu&Türk lokumu, Beypazarı kurusu, Mevlana şekeri, cevizli sucuk, pastırma, cezerye, şalgam ve daha niceleri…Kına gecesine de ilgi çok yoğun oldu. İspanyol, İtalyan, Makedon, Sırp tüm kızları ortamıza alıp başlarını örttük ve etraflarında mumlar eşliğinde dönmeye başladık. Şaşkın bakışlar ile bizi izliyorlardı. Role kendini fazla kaptırıp ağlayan İtalyan arkadaşımız bile oldu. Ardından kına yakmaya geçtik. Bu çok ilgilerini çekti. Neredeyse hepsi kendine kına yaktırdı. Bileğe haç sembolü en çok tercih edilen kına modelimiz oldu 🙂 Gerçek bir kültür karmaşası! Tüm bunların ardından yaklaşık 1 saate yakın oynadığımız damat halayı da Türk Gecemizin tuzu biberi oldu. Gün sonu tüm bu kültür aktarımından yorgun düşmüştük. Ama ne kadar güzel bir iş başardığımızın farkında olarak kendimizle gurur duyuyorduk.
Her gün; iklim krizini durdurmak için alınabilecek önlemleri, hükümetlerin ne yaptığını tartışıyor bunları kağıtlara hem görsel hem işitsel öğeleri kullanarak geçiriyorduk. Her aktivitede takımlar karıştırılıyor herkesin birbiriyle kaynaşması amaçlanıyordu. Öyle de oldu birbiriyle iletişime geçmemiş kimse kalmadı. İklim krizinin yanı sıra doğru bir gönüllü profili nasıl olur, kimler lider olabilir, projede uymamız gereken kurallar nelerdir gibi interaktif etkinlikler de yapıyorduk. Kuralları kendimiz belirliyor, kendimiz uyguluyorduk. Kendin çal kendin oyna hesabı 🙂 Sorumluluklarımızın bilincinde yeni bakış açıları kazanıyorduk.
Sadece sözlerde kalmadık tabii ki. İklim değişikliğine dur diyebilmek için doğamızı da yakından tanımak gerekiyordu. Bunun için tüm ekip birlikte orman yürüyüşleri yaptık, donmuş gölleri ziyarete gittik, dağ tepe tırmandık. Tüm bunlarda Alex’in sevimli köpeği ‘Banji’ de bize eşlik ediyordu.
Konakladığımız sevimli hostelimizdeki her geceki klasiğimiz de kamp ateşi yakmaktı. Kamp ateşi etrafında yapılan sohbetlerin keyfi inanılmazdı. Dil, din, ırk, yaş farkınıza, çok farklı kültürlerde doğup büyümenize rağmen ortak bir noktada buluşabilmek çok özel bir duyguydu. İşte bu gerçekten insana ‘yaşadığını’ hissettiriyordu. Hazır Romanya’ya gelmişken kamp ateşinin başında ‘Made in Romania’ şarkısını dinleyip oynamayı da unutmadık tabii ki.
Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi o gün gelmişti, 9.ve son günümüz…Bu proje güzel bir vedayı hak etmişti. Alex de gayet hak ettiğimiz gibi bizlere çok güzel bir veda hazırlamıştı. Mistik ve ruha huzur veren bir şarkı eşliğinde hiç kimse atlanmaksızın tüm ekip sırayla birbirlerinin gözüne en az 1 dakika boyunca bakacak, saygılarını sunacaktı. Bu etkinlik ilk kez deneyimlediğim ve bana aynı anda birden çok karmaşık duyguyu yaşattıran bir deneyimdi. Gün sonu Youthpass sertifikalarımız verildi. Yola çıkacağımız için bizlere sandviç malzemeleri dağıtıldı ve dilediğimiz gibi sandviç hazırlamamıza olanak sağlandı. Bu inceliği de fark etmedik değil.
Ertesi sabah vedalaştık. Aramızda ağlayanlar oldu (asla ben değil). Hala daha her milletten tüm proje katılımcılarıyla Instagram takipleşiyor, konuşuyoruz. Whatsapp gruplarımızda da iletişimimizi koparmadık. Hatta bazılarıyla görüşüyoruz bile ve hepsini gerçekten çok seviyorum!
Veda günü ben ve 3 Türk ekip arkadaşım ile birlikte Temeşvar’ı gezmek üzere diğerleriyle yollarımızı ayırdık. Temeşvar gezimiz ardından ertesi gün tren ile Bükreş’e geçtik. Bükreş’te de geçirdiğimiz iki günü ardından ülkemize döndük.
Sadece bir projeye katılım sağlayarak 2 ülke 3 şehri doyasıya gezip görmüş oldum. Gördüğüm her şehir, tanıştığım her insan bana eşi benzeri bulunamayacak deneyimler kattı. Ülkeye geri döndüğümde resmen artık başka biriydim. Projeye gitmeden önceki Çağıl ile projeden dönen Çağıl kesinlikle birbirine benzemiyor.
Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilen tüm bu gençlik fırsatlarını herkesin bir an önce duymasını ve hayatında en az bir kere tecrübe etmesini tavsiye ediyorum. Mutlaka bu projelere gidin, sonra bi kez daha gidin ve tekrar ve tekrar!
Bu proje sayesinde artık biz gençler toplumda iklim değişikliği ile mücadele etmek için gönüllülük tanıtımının habercisi ve en sıkı takipçisi olacağız. Bu projede yer alma ve Türk kültürünü uluslararası arenada tanıtma fırsatını bizlere sunan Avrupa Birliği Gençlik Senatosuna teşekkürü borç bilirim.
Gitmemde çok büyük emeği olan, bir parçası olmaktan gurur duyduğum Erasmus Plus Türkiye aileme de tüm teşekkürlerimi sunuyorum.
Erasmus+ ile kalın kendinize çok iyi bakın!
Yazar: Çağıl Derköken
Daha fazla blog yazısı okumak için buraya tıklayın.
Merak ettiklerinizi ve sormak istediklerinizi yorum kısmına bırakabilirsiniz.
Bizi takip etmeyi unutma!
-Instagram, Facebook, Twitter, Threads, Telegram, Whatsapp Duyuru Kanalı