Güneşin Batmadığı Bir Yaz
Mayıs ayının başında, okulların uzaktan eğitime geçmesiyle birlikte yeni bir işe başladım. Bu süreçte, daha önce katıldığım gençlik hareketliliği projelerine olan aşinalığım nedeniyle yurtdışına gitme arzumu canlı tutuyordum. Ancak, ESC (Avrupa Gönüllü Hizmeti) kavramını tam olarak bilmediğim için önceki projelerle ilgileniyordum. Internet üzerinden ESC projelerini araştırmaya başladım ve Finlandiya’da Youth Can Do It projesini keşfettim. Başvurumu gerçekleştirdim, ancak başlangıçta herhangi bir geri dönüş alamadım. Bu durum bir süre beni hayal kırıklığına uğratsa da, bir gün organizasyondan bir mesaj alarak projede yer açıldığını ve hala katılmak isteyip istemediğim soruldu. Heyecanımı hatırlıyorum; projenin başlamasına sadece 15 gün vardı ve hemen cevabımı ilettim. Aynı gün içinde diğer Türk katılımcı Ceren ile tanıştık ve biletlerimizi birlikte aldık. Helsinki’ye olan uçuşumuz Stockholm aktarmalıydı. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra havaalanında beklemeye başladık. Helsinki’ye geçmek için beklerken, saat gece 3’tü ve uçağımıza 6 saat vardı. Gördüğümüz herkes eşyalarını ortada bırakıp uyuyordu, güvenlik sorunları gibi bir endişeleri yok gibiydi. Biz de bankların üzerinde uyumaya karar verdik. Bu banklar, sanırım yattığım en rahat banklardı ve yorgunluğum nedeniyle 5 saat aralıksız uyudum.
Helsinki’ye vardığımızda havaalanından çıkıp metro ile şehir merkezine gitmek üzere yola koyulduk. Gerçekten de o İskandinav havasını hissedebiliyorduk. Temmuz ayında olmamıza rağmen, hava serindi ve insanlar, söylendiğinin aksine, oldukça güler yüzlüydü. Otelimizi bulmaya çalışırken, bizi valizlerle gören orta yaşlı bir Finli kadın, inanılmaz sıcakkanlı bir şekilde bize yardım etti.
Otele vardığımızda oldukça yorgunduk, ancak şehri keşfetmek için enerji doluyduk. Cuma günüydü ve akşamüstüne kadar şehri gezmeye karar verdik. Gezi serüvenimiz, Helsinki’nin güzelliklerini keşfetme heyecanıyla başlamıştı. Şehir merkezini keşfettikten sonra kendi rotamızı çizdik. Helsinki’nin benzersiz atmosferinde dolaşırken, sahil kenarında lezzetli bir balık yemeye karar verdik. Ardından, gün batımının güzelliğini yaşamak için Suomenlinna adasına gitmeye karar verdik.
Helsinki’nin göz alıcı manzarasında, sakin suların üzerinde gizemli bir adaydı. Bu tarihi hazinenin adı Suomenlinna, aynı zamanda “Sveaborg” olarak da anılır.Günümüzde, Suomenlinna sadece tarihi bir anıt değil, aynı zamanda ziyaretçilere açık bir müze ve açık hava sergisidir. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almasıyla birlikte, kaledeki restore edilmiş binalar, müze koleksiyonları ve güzel peyzajlar, bizim için görsel bir şölendi.
Sonraki gün, yerel kiliseleri ve şehir merkezini gezip projemizin olacağı Finlandiya’nın kuzeybatısında yer alan Kokkola kasabasına trenle hareket ettik. Dağlar ve göller arasından geçen tren rotası, deneyimlediğim en huzur verici yolculuktu. Sabahın erken saatlerinde Kokkola’ya vardık. Organizasyonun danışmanları bizi 1 ay boyunca kalacağımız eve götürdüler. Benim tabirimle “perili köşk” dediğim bu ev, ormanın içinde denize sıfır bir iskeleye ve iki banka sahipti. Bu muazzam eve adım attığımda gerçekten büyülenmiş hissettim.
Gelen gönüllülerle tanıştık ve bize çevreyi gezdirdiler. Proje başlamadan önce birbirimizle kaynaşmamız için zaman ayırdık ve atölyelere başladık.Atölyeler, takım çalışması ve kaynaşmamıza odaklanan oyun içerikli eğitici aktivitelerdi. Bisikletlerimizi aldık, evimize tamamen yerleştik ve yemeklerimizi, alışverişimizi kendimiz yapmaya başladık.
Organizasyonun bağlı olduğu otelin imkanları oldukça genişti; su sporları, hiking rotaları, kamp alanları ve eğlence konseptli dış mekanlar gibi birçok seçeneğe sahiptik. Gerçekten hayatım boyunca geçirdiğim en güzel 1 ayın bu ay olacağına emindim.
İlk günler atölyeler ve kaynaştırma etkinlikleri ile geçti. Küçük bir aileye dönüşmüştük bile yemeklerimizi yapıp bulaşıklarımızı yıkıyor ev işlerini hep birlikte halledip bahçemizi temizliyorduk. 10 kişilik bir evde inanılmaz bir uyum yakalamıştık. Projenin asıl kısmı başlamak üzereydi. Kasabada yerel bir topluluğa düzenleyecekleri kültür haftası ve aldıkları eski evin restorasyonu ile ilgili yardım etmeye başladık. İşe her gün bisikletle gidip geliyorduk ve yaptığımız işten dolayı çok takdir edildiğimiz bir ortamdı. Orada bulunan insanlar yaptığımız sosyal sorumluluğun önemini ve değerini bize çok hissettirdiler ve bu benim de hayatımda gönüllük ile oluşturulan farkındalıkları çok daha fazla önemsememi sağladı. Normalde ESC projelerinde gönüllüler düzenli olarak her gün çalışır ve haftada 2 gün izin günü alırlar. Ancak burada, 10-11 gün aralıksız çalıştıktan sonra 1 hafta izin yapma kararı aldık. İzin sürecinde güzel bir rota çizip İsveç, Stockholm’e gitmeye karar verdik. Bu, verdiğim en iyi kararlardan biriydi. Bulunduğumuz yerden Turku isimli bir liman kasabasında bir gece sokakta kaldıktan sonra sabah gemi yolculuğu ile Stockholm’e vardık. Bu spontane karar, projeden uzaklaşıp yeni bir yer keşfetme fırsatı sağladı ve bu deneyim, ESC projelerinin ötesinde bir macera oldu.
Stockholm’de, ucuza konaklamak için paylaşımlı odada 12 kişi kalmayı tercih ettik. Rotalar çizerek, 3 gün boyunca Stockholm’ün her köşesini gezip keşfettik. İkinci gün, Ceren’le gezerken, bir Türk olan Ahmet abiyle tanıştık, kendisi bir İtalyan restoranında çalışıyordu. Ahmet abi, bize birer pizza ve bira ikram etti, samimi ve tatlı bir buluşma oldu.
Geziden döndüğümüzde son haftamıza girmiştik bile; zaman gerçekten uçup gidiyordu. Bulunduğumuz doğa ile iç içe olan ortam, serin hava, batmayan güneş ve muhteşem gökyüzü beni gün geçtikçe bu yere daha da bağlıyordu. Hayatımda ilk kez doğa ile bu kadar iç içe olmuştum; evde akan su yoktu. Tek su kaynağımız dışarıda bir musluktu ve açık havada duş alıyorduk. Evde elektrik sınırlıydı ve internetimiz yoktu. Konfor olarak kısıtlı görünmesine rağmen, bu deneyimin her anına aşık olmuştum.
Günler hızla geçerken, son günlere gelmiştik bile. Bir kutlama yaparak, danışmanlarımızdan bizlere anı olarak küçük hediyeler aldık.
Son hafta sonumuzda bisikletle 50 kilometre uzakta olan bir sahile gitmeye karar verdik. Orada kamp kurarak bir gece geçirecektik. Yolculuğumuza başladık ve yaklaşık 4-5 mola ile 6 saatte bisiklet yolculuğumuzu tamamladık. Küçük bir ateşin etrafında toplandık, marketten alınan taze etleri ve sosisleri çubuklarda pişirerek son geceye damgamızı vurduk. Arkadaşlarımızla geçirdiğimiz mükemmel gün, birçok unutulmaz anıyla dolu bir ayın sona erdiği son günümüzü taçlandırdı. Farklı kültürlerden gelen insanlarla tanışmak, çıktığımız bu yolculuğun en değerli parçalarından biriydi. Gezmek ve deneyim elde etmek sadece lüks değil, aynı zamanda isteğe bağlı ve herkes için ulaşılabilir bir şey olmalı. Hayatta bence bu tarz fırsatları değerlendirmekten ziyade bu fırsatları yaratmamız gerekiyor. Sosyal medyada gezinmek ve deneyimleri sadece lüksle ilişkilendirmek, aslında hayatın gerçek güzelliklerinden uzaklaşmamıza neden olabiliyor. Beş yıldızlı oteller, lüks lokantalar, şatafatlı bir dünya. Her şey mükemmel olmak zorunda değil; asıl önemli olan, deneyimlerimizin bize kattığı değer ve öğretilerdir. Bir şey için doğru zamanı ve yeterli imkanları beklerseniz bunu gerçekleştirmek ciddi bir şekilde zorlaşacaktır. Mükemmel zaman diye bir şey yok, sadece isteyin ve yapın. Erasmus+ Türkiye, bunun için mükemmel bir platform sunuyor. Enerjinizi ve zamanınızı sadece gezmek için değil, aynı zamanda öğrenmek ve paylaşmak için harcayın. Mükemmel anılar, mükemmel koşullarla değil, yaşanan deneyimlerle şekillenir.
Yazar: Yağız Ali Yağcıoğlu
Bizi takip etmeyi unutma!
-Instagram, Facebook, Twitter, Threads, Telegram, Whatsapp Duyuru Kanalı